
İşte Upper-Intermediate seviyesine uygun 100 fiilden oluşan bir liste. Her fiilin Türkçesi, İngilizce örnek cümlesi ve bu cümlenin Türkçe açıklaması da yer almaktadır.
Fiil | Türkçesi | Örnek Cümle | Türkçe Açıklama |
---|---|---|---|
acknowledge | kabul etmek, onaylamak | He acknowledged his mistakes during the meeting. | Toplantıda hatalarını kabul etti. |
advocate | savunmak, desteklemek | She advocates for the rights of the homeless. | Evsizlerin haklarını savunuyor. |
alleviate | hafifletmek, dindirmek | The medication helped alleviate his pain. | İlaç, ağrısını hafifletmesine yardımcı oldu. |
anticipate | beklemek, öngörmek | The weather forecast anticipates heavy rain tomorrow. | Hava durumu yarın yoğun yağmur bekliyor. |
articulate | ifade etmek, dile getirmek | She articulates her ideas clearly and confidently. | Fikirlerini net ve kendinden emin bir şekilde ifade ediyor. |
ascribe | atfetmek, bağlamak | His success can be ascribed to his hard work. | Başarısı, sıkı çalışmasına bağlanabilir. |
assimilate | özümsemek, benimsemek | It takes time to assimilate new information. | Yeni bilgileri özümsemek zaman alır. |
attribute | atfetmek, bağlamak | They attribute the increase in sales to the new marketing strategy. | Satışlardaki artışı yeni pazarlama stratejisine bağlıyorlar. |
broaden | genişletmek | Traveling can broaden your perspective. | Seyahat etmek bakış açınızı genişletebilir. |
clarify | açıklığa kavuşturmak | He asked the teacher to clarify the instructions. | Öğretmenden talimatları açıklığa kavuşturmasını istedi. |
coincide | aynı zamana denk gelmek | The conference coincides with my vacation. | Konferans, tatilimle aynı zamana denk geliyor. |
compile | derlemek, toplamak | She compiled a list of potential clients. | Olası müşterilerin bir listesini derledi. |
comprehend | anlamak, kavramak | He found it difficult to comprehend the complex theory. | Karmaşık teoriyi anlamakta zorlandı. |
conceive | tasarlamak, düşünmek | The architect conceived a new design for the building. | Mimar, bina için yeni bir tasarım düşündü. |
conform | uymak, uygun hale getirmek | The design must conform to safety regulations. | Tasarım, güvenlik düzenlemelerine uygun olmalıdır. |
constrain | kısıtlamak, zorlamak | His choices were constrained by financial limitations. | Seçenekleri, mali kısıtlamalar tarafından sınırlandırıldı. |
contemplate | düşünmek, tasarlamak | She is contemplating a career change. | Meslek değiştirmeyi düşünüyor. |
contradict | çelişmek, karşı çıkmak | His statement contradicts the evidence. | Beyanı, kanıtlarla çelişiyor. |
correlate | ilişkili olmak | High levels of stress correlate with poor health. | Yüksek stres seviyesi, kötü sağlıkla ilişkilidir. |
curtail | sınırlamak, azaltmak | The government decided to curtail public spending. | Hükümet, kamu harcamalarını kısmaya karar verdi. |
debate | tartışmak | They debated the pros and cons of the new policy. | Yeni politikanın artılarını ve eksilerini tartıştılar. |
deduce | çıkarım yapmak | From the evidence, we can deduce that he was lying. | Kanıtlardan yalan söylediğini çıkarabiliriz. |
defer | ertelemek | They decided to defer the decision until next week. | Kararı gelecek haftaya ertelemeye karar verdiler. |
deplete | tüketmek, azalmak | The long journey depleted our energy reserves. | Uzun yolculuk enerji rezervlerimizi tüketti. |
derive | türemek, elde etmek | The word “democracy” is derived from Greek. | “Demokrasi” kelimesi Yunanca’dan türemiştir. |
deteriorate | kötüleşmek, bozulmak | His health has deteriorated in recent months. | Sağlığı son aylarda kötüleşti. |
differentiate | ayırt etmek | It’s important to differentiate between fact and opinion. | Gerçek ile görüş arasındaki farkı ayırt etmek önemlidir. |
diminish | azaltmak, küçültmek | His influence has diminished over the years. | Etkisi yıllar içinde azaldı. |
disrupt | aksatmak, bozmak | The strike disrupted the city’s transportation system. | Grev, şehrin ulaşım sistemini aksattı. |
divert | yönlendirmek | The company decided to divert funds to new projects. | Şirket, fonları yeni projelere yönlendirmeye karar verdi. |
dominate | egemen olmak, baskın çıkmak | The company dominates the global market. | Şirket, küresel pazara egemen durumda. |
elaborate | ayrıntılandırmak | Could you elaborate on your proposal? | Teklifinizi ayrıntılandırabilir misiniz? |
elicit | ortaya çıkarmak | The question elicited a strong response from the audience. | Soru, izleyiciden güçlü bir tepki aldı. |
embark | başlamak, girişmek | She embarked on a new business venture. | Yeni bir iş girişimine başladı. |
endorse | onaylamak, desteklemek | The celebrity endorsed the new product. | Ünlü, yeni ürünü onayladı. |
enforce | uygulamak, zorla kabul ettirmek | The government strictly enforces the laws. | Hükümet, yasaları sıkı bir şekilde uygular. |
enrich | zenginleştirmek | Travel can enrich your understanding of different cultures. | Seyahat, farklı kültürleri anlama yetinizi zenginleştirebilir. |
entail | gerektirmek, yol açmak | This project entails a lot of hard work. | Bu proje çok fazla sıkı çalışma gerektirir. |
erode | aşındırmak, yıpratmak | The constant rain eroded the hillside. | Sürekli yağmur yamacı aşındırdı. |
escalate | tırmanmak, artmak | The conflict quickly escalated into a full-scale war. | Çatışma hızla tam ölçekli bir savaşa dönüştü. |
exceed | aşmak, geçmek | His performance exceeded all expectations. | Performansı tüm beklentileri aştı. |
exhibit | sergilemek, göstermek | The artist exhibited his work in a gallery. | Sanatçı, eserlerini bir galeride sergiledi. |
explain | açıklamak | She explained the situation in detail. | Durumu ayrıntılı olarak açıkladı. |
exploit | sömürmek, faydalanmak | The company was accused of exploiting its workers. | Şirket, çalışanlarını sömürmekle suçlandı. |
facilitate | kolaylaştırmak | The new software will facilitate communication within the team. | Yeni yazılım, takım içinde iletişimi kolaylaştıracak. |
fluctuate | dalgalanmak, değişmek | The prices of oil continue to fluctuate. | Petrol fiyatları dalgalanmaya devam ediyor. |
foresee | öngörmek | No one could foresee the impact of the pandemic. | Kimse pandeminin etkilerini öngöremedi. |
formulate | formüle etmek, oluşturmak | The scientist formulated a new theory. | Bilim insanı yeni bir teori formüle etti. |
fulfill | yerine getirmek, gerçekleştirmek | She fulfilled her lifelong dream of becoming a doctor. | Hayat boyu hayalini gerçekleştirip doktor oldu. |
generate | üretmek, oluşturmak | The company generates a lot of revenue. | Şirket çok fazla gelir üretiyor. |
grasp | kavramak, anlamak | He couldn’t grasp the complexity of the problem. | Sorunun karmaşıklığını kavrayamadı. |
hinder | engellemek | His injury hindered his performance in the game. | Sakatlığı, oyundaki performansını engelledi. |
hypothesize | varsayımda bulunmak | Scientists hypothesize that climate change will worsen. | Bilim insanları iklim değişikliğinin kötüleşeceğini varsayıyor. |
illustrate | örneklerle açıklamak | The professor illustrated the concept with an example. | Profesör, kavramı bir örnekle açıkladı. |
implement | uygulamak, hayata geçirmek | The school decided to implement a new policy. | Okul, yeni bir politika uygulamaya karar verdi. |
imply | ima etmek | His statement implies that he knows more than he’s saying. | Beyanı, bildiğinden daha fazlasını bildiğini ima ediyor. |
inhibit | engellemek, durdurmak | The cold weather inhibited the growth of the plants. | Soğuk hava bitkilerin büyümesini engelledi. |
initiate | başlatmak | The company initiated a new marketing campaign. | Şirket, yeni bir pazarlama kampanyası başlattı. |
innovate | yenilik yapmak | The company continues to innovate in its industry. | Şirket, kendi sektöründe yenilik yapmaya devam ediyor. |
intervene | müdahale etmek | The government intervened to stabilize the economy. | Hükümet, ekonomiyi istikrara kavuşturmak için müdahale etti. |
justify | haklı çıkarmak, savunmak | He tried to justify his actions to his friends. | Hareketlerini arkadaşlarına haklı göstermeye çalıştı. |
manipulate | yönlendirmek, manipüle etmek | The media often manipulates public opinion. | Medya, genellikle kamuoyunu manipüle eder. |
modify | değiştirmek, modifiye etmek | The car was modified to increase its speed. | Arabanın hızı artırılmak için değiştirildi. |
negligate | ihmal etmek, göz ardı etmek | They negligated the importance of mental health. | Zihinsel sağlığın önemini göz ardı ettiler. |
optimize | en iyi hale getirmek | The system has been optimized for faster performance. | Sistem daha hızlı performans için optimize edildi. |
originate | kaynaklanmak, çıkmak | The disease is believed to have originated in animals. | Hastalığın hayvanlardan çıktığı düşünülüyor. |
perceive | algılamak | She perceives his behavior as rude. | Onun davranışını kaba olarak algılıyor. |
perpetuate | sürdürmek, devam ettirmek | The policy perpetuates inequality in the system. | Politika, sistemdeki eşitsizliği sürdürmeye devam ediyor. |
precede | önce olmak, önden gitmek | The meeting preceded the conference. | Toplantı, konferanstan önceydi. |
promote | terfi ettirmek, teşvik etmek | The company promotes a healthy work-life balance. | Şirket, sağlıklı bir iş-yaşam dengesi teşvik ediyor. |
prosper | gelişmek, başarılı olmak | The business prospered despite the economic downturn. | İş, ekonomik durgunluğa rağmen gelişti. |
refine | geliştirmek, rafine etmek | The design has been refined over the years. | Tasarım yıllar içinde geliştirildi. |
reinforce | pekiştirmek, güçlendirmek | His words reinforced the importance of teamwork. | Sözleri, takım çalışmasının önemini pekiştirdi. |
retain | tutmak, korumak | The company aims to retain its talented employees. | Şirket, yetenekli çalışanlarını elde tutmayı hedefliyor. |
safeguard | korumak, güvence altına almak | Laws were put in place to safeguard consumer rights. | Tüketici haklarını korumak için yasalar yürürlüğe kondu. |
simulate | taklit etmek, simüle etmek | The pilot simulated an emergency landing. | Pilot, acil iniş simülasyonu yaptı. |
substantiate | kanıtlamak, doğrulamak | The report substantiates the claims of corruption. | Rapor, yolsuzluk iddialarını kanıtlıyor. |
synchronize | eşzamanlı yapmak | The dancers synchronized their movements perfectly. | Dansçılar, hareketlerini mükemmel bir şekilde eşzamanladılar. |
synthesize | sentezlemek | The research synthesizes data from various sources. | Araştırma, çeşitli kaynaklardan gelen verileri sentezliyor. |
terminate | sonlandırmak | The contract was terminated early. | Sözleşme erken sonlandırıldı. |
underestimate | küçümsemek, hafife almak | Don’t underestimate the difficulty of the task. | Görevin zorluğunu hafife alma. |
validate | doğrulamak, onaylamak | The experiment validated their hypothesis. | Deney, hipotezlerini doğruladı. |
0 Comments