Advanced Seviye Fiil Listesi – English Test Lab

İşte Advanced (İleri) seviye için 100 adet fiilden oluşan bir liste. Her fiilin Türkçesi, örnek cümlesi ve cümlenin Türkçe açıklaması yer almaktadır:

Fiil	Türkçesi	Örnek Cümle	Türkçe Açıklama
abandon	terk etmek	They had to abandon the project due to lack of funding.	Yetersiz fon nedeniyle projeyi terk etmek zorunda kaldılar.
accelerate	hızlandırmak	The company plans to accelerate its expansion.	Şirket, genişlemesini hızlandırmayı planlıyor.
acquire	elde etmek, kazanmak	She acquired the necessary skills for the job.	İş için gerekli becerileri kazandı.
adapt	uyum sağlamak	He quickly adapted to the new environment.	Yeni ortama hızlıca uyum sağladı.
administer	yönetmek, idare etmek	The nurse administered the medication to the patient.	Hemşire, hastaya ilacı verdi.
allocate	tahsis etmek	The government allocated funds for education.	Hükümet, eğitime fon tahsis etti.
anticipate	beklemek, tahmin etmek	We anticipate that the event will be a success.	Etkinliğin başarılı olacağını tahmin ediyoruz.
assert	iddia etmek	He asserted his innocence during the trial.	Duruşmada masumiyetini iddia etti.
assess	değerlendirmek	The teacher assessed the students’ performance.	Öğretmen, öğrencilerin performansını değerlendirdi.
attain	ulaşmak, elde etmek	She attained her goal of becoming a doctor.	Doktor olma hedefine ulaştı.
attribute	atfetmek, bağlamak	He attributed his success to hard work.	Başarısını sıkı çalışmaya bağladı.
augment	artırmak, çoğaltmak	They are planning to augment their workforce.	İşgücünü artırmayı planlıyorlar.
collaborate	işbirliği yapmak	The two companies collaborated on the project.	İki şirket projede işbirliği yaptı.
complement	tamamlamak, bütünlemek	Her skills complement his perfectly.	Onun becerileri, onun becerilerini mükemmel şekilde tamamlıyor.
comply	uymak, riayet etmek	Companies must comply with safety regulations.	Şirketler, güvenlik düzenlemelerine uymak zorundadır.
conceive	tasarlamak, düşünmek	The architect conceived the design for the new museum.	Mimar, yeni müzenin tasarımını düşündü.
condemn	kınamak, mahkum etmek	The council condemned the building as unsafe.	Konsey, binayı güvensiz olarak kınadı.
conform	uymak, ayak uydurmak	She refused to conform to traditional roles.	Geleneksel rollere uymayı reddetti.
constrain	kısıtlamak	The new laws constrain the freedom of the press.	Yeni yasalar basın özgürlüğünü kısıtlıyor.
contend	iddia etmek, yarışmak	He contends that the policy is unfair.	Politikanın adil olmadığını iddia ediyor.
contribute	katkıda bulunmak	Everyone contributed to the success of the event.	Herkes, etkinliğin başarısına katkıda bulundu.
coordinate	koordine etmek	The manager coordinated the team’s efforts.	Müdür, ekibin çabalarını koordine etti.
deduce	sonuç çıkarmak	The detective deduced that the thief was an insider.	Dedektif, hırsızın içeriden biri olduğu sonucuna vardı.
defy	karşı gelmek, meydan okumak	They defied the curfew and went out at night.	Sokağa çıkma yasağına karşı geldiler ve gece dışarı çıktılar.
delegate	devretmek, yetki vermek	He delegated the task to his assistant.	Görevi asistanına devretti.
delineate	tasvir etmek, betimlemek	The report delineates the steps to be taken.	Rapor, atılması gereken adımları tasvir ediyor.
denounce	kınamak, ihbar etmek	The politician denounced corruption in government.	Politikacı, hükümetteki yolsuzluğu kınadı.
depict	tasvir etmek, göstermek	The novel depicts life in a small village.	Roman, küçük bir köydeki hayatı tasvir ediyor.
derive	türetmek, çıkarmak	Many English words are derived from Latin.	Birçok İngilizce kelime Latince’den türetilmiştir.
deteriorate	kötüleşmek	The situation in the country has deteriorated rapidly.	Ülkedeki durum hızla kötüleşti.
devise	tasarlamak, icat etmek	The engineers devised a new system to reduce costs.	Mühendisler, maliyetleri azaltmak için yeni bir sistem tasarladılar.
displace	yerinden etmek	The war displaced thousands of people from their homes.	Savaş, binlerce insanı evlerinden yerinden etti.
disseminate	yaymak, dağıtmak	The organization disseminates information to the public.	Organizasyon, halka bilgi dağıtıyor.
diverge	ayrılmak, sapmak	The two paths diverge after the bridge.	İki yol, köprüden sonra ayrılıyor.
elaborate	detaylandırmak	Could you elaborate on your ideas?	Fikirlerinizi detaylandırabilir misiniz?
elevate	yükseltmek, artırmak	His speech elevated the mood of the audience.	Konuşması, dinleyicilerin moralini yükseltti.
emphasize	vurgulamak	She emphasized the importance of punctuality.	Zamanında olmanın önemini vurguladı.
engage	meşgul olmak, ilgilenmek	He is engaged in several business ventures.	Birkaç iş girişiminde bulunuyor.
enhance	artırmak, geliştirmek	The new software enhances productivity.	Yeni yazılım, üretkenliği artırıyor.
entail	gerektirmek, kapsamak	The project entails a lot of planning and hard work.	Proje, çok fazla planlama ve sıkı çalışma gerektiriyor.
eradicate	kökünü kazımak, yok etmek	Efforts were made to eradicate the disease.	Hastalığı yok etmek için çaba gösterildi.
exaggerate	abartmak	He tends to exaggerate when telling stories.	Hikaye anlatırken abartma eğilimindedir.
exploit	sömürmek, faydalanmak	The company was accused of exploiting its workers.	Şirket, işçilerini sömürmekle suçlandı.
facilitate	kolaylaştırmak	The new technology facilitates communication.	Yeni teknoloji, iletişimi kolaylaştırıyor.
fluctuate	dalgalanmak	The prices fluctuate depending on demand.	Fiyatlar talebe bağlı olarak dalgalanır.
formulate	formüle etmek, oluşturmak	Scientists are formulating a new vaccine.	Bilim insanları yeni bir aşı formüle ediyor.
hinder	engellemek	Bad weather hindered our progress.	Kötü hava, ilerlememizi engelledi.
hypothesize	varsaymak, hipotez kurmak	The researcher hypothesized that the results were influenced by external factors.	Araştırmacı, sonuçların dış faktörler tarafından etkilendiğini varsaydı.
illustrate	örneklemek, resimlemek	He used graphs to illustrate his points.	Düşüncelerini örneklemek için grafikler kullandı.
immerse	daldırmak, yoğunlaşmak	She immersed herself in her studies.	Kendini çalışmalarına yoğun bir şekilde verdi



implement	uygulamak, hayata geçirmek	The new policy was implemented last month.	Yeni politika geçen ay uygulamaya konuldu.
incorporate	dahil etmek, entegre etmek	The design incorporates modern technology.	Tasarım, modern teknolojiyi içeriyor.
induce	sebep olmak, teşvik etmek	The medication may induce drowsiness.	İlacın uykululuk yapması muhtemeldir.
inhibit	engellemek, baskılamak	The cold weather inhibits plant growth.	Soğuk hava bitki büyümesini engelliyor.
instigate	kışkırtmak, teşvik etmek	They instigated a campaign for environmental protection.	Çevre koruma için bir kampanya başlattılar.
integrate	entegre etmek, birleştirmek	We need to integrate the new system with the existing one.	Yeni sistemi mevcut olanla entegre etmemiz gerekiyor.
intervene	müdahale etmek	The teacher intervened in the argument.	Öğretmen tartışmaya müdahale etti.
justify	haklı çıkarmak, gerekçelendirmek	He justified his actions with detailed evidence.	Eylemlerini ayrıntılı delillerle gerekçelendirdi.
modify	değiştirmek, modifiye etmek	We need to modify the plan to fit the new requirements.	Planı yeni gereksinimlere uyacak şekilde değiştirmemiz gerekiyor.
negotiate	müzakere etmek, pazarlık yapmak	They negotiated the terms of the contract.	Sözleşmenin şartlarını müzakere ettiler.
obtain	elde etmek, almak	She obtained the necessary permits for the event.	Etkinlik için gerekli izinleri aldı.
offset	telafi etmek, dengelemek	The gains will offset the initial costs.	Kazançlar, ilk maliyetleri dengeleyecek.
overcome	üstesinden gelmek	She overcame many challenges to achieve success.	Başarıya ulaşmak için birçok zorluğun üstesinden geldi.
prioritize	öncelik vermek	We need to prioritize our tasks for the day.	Günün görevlerine öncelik vermemiz gerekiyor.
procrastinate	ertelemek	He tends to procrastinate on important tasks.	Önemli görevleri erteleme eğilimindedir.
reconcile	uzlaştırmak, barıştırmak	They reconciled their differences through discussion.	Farklılıklarını tartışma yoluyla uzlaştırdılar.
regulate	düzenlemek, denetlemek	The government regulates financial markets.	Hükümet, finansal piyasaları düzenler.
reinforce	pekiştirmek, güçlendirmek	The team reinforced the structure of the building.	Ekip, binanın yapısını güçlendirdi.
resolve	çözmek, karar vermek	We need to resolve the issue immediately.	Sorunu hemen çözmemiz gerekiyor.
retain	korumak, tutmak	We need to retain key employees for the project.	Proje için anahtar çalışanları korumamız gerekiyor.
review	gözden geçirmek, incelemek	She reviewed the document before submission.	Gönderimden önce belgeyi gözden geçirdi.
specify	belirtmek, ayrıntı vermek	Please specify your requirements in the application.	Başvuruda gereksinimlerinizi belirtin.
suppress	bastırmak, engellemek	The government attempted to suppress the protest.	Hükümet, protestoyu bastırmaya çalıştı.
synthesize	sentezlemek, birleştirmek	They synthesized various theories to form a new model.	Çeşitli teorileri sentezleyerek yeni bir model oluşturdular.
tackle	ele almak, çözmek	We need to tackle the issue of climate change.	İklim değişikliği sorununu ele almamız gerekiyor.
transcend	aşmak, ötesine geçmek	His work transcends traditional boundaries.	Çalışması geleneksel sınırların ötesine geçiyor.
validate	doğrulamak, geçerli kılmak	The results validate our hypothesis.	Sonuçlar hipotezimizi doğruluyor.
verify	doğrulamak, teyit etmek	The technician verified the accuracy of the machine.	Teknisyen, makinenin doğruluğunu teyit etti.
weigh	tartmak, değerlendirmek	We need to weigh the pros and cons of the decision.	Kararın artılarını ve eksilerini değerlendirmemiz gerekiyor.
yield	sağlamak, vermek	The project yielded significant results.	Proje önemli sonuçlar sağladı.
advocate	savunmak, desteklemek	She advocates for equal rights in her community.	Toplumunda eşit hakları savunuyor.
aggregate	toplamak, bir araya getirmek	Data from various sources were aggregated.	Çeşitli kaynaklardan gelen veriler toplandı.
allocate	tahsis etmek, paylaştırmak	Funds were allocated to various departments.	Fonlar çeşitli departmanlara tahsis edildi.
articulate	açıkça ifade etmek	He articulated his thoughts clearly during the presentation.	Sunum sırasında düşüncelerini açıkça ifade etti.
circumvent	aşmak, dolanmak	They found a way to circumvent the problem.	Sorunu aşmanın bir yolunu buldular.
collaborate	işbirliği yapmak	Researchers collaborated on the study.	Araştırmacılar çalışmada işbirliği yaptı.
concur	aynı fikirde olmak	I concur with your assessment of the situation.	Durum değerlendirmende seninle aynı fikirdeyim.
consolidate	pekiştirmek, birleştirmek	The company consolidated its position in the market.	Şirket, piyasadaki konumunu pekiştirdi.
convince	ikna etmek	She convinced them to support the project.	Onları projeyi desteklemeye ikna etti.
deduce	sonuç çıkarmak	We can deduce the cause of the problem from these clues.	Bu ipuçlarından sorunun nedenini çıkarabiliriz.
dispute	tartışmak, çekişmek	They disputed the terms of the contract.	Sözleşme şartlarını tartıştılar.
elicit	ortaya çıkarmak, almak	The survey aims to elicit honest feedback.	Anket, dürüst geri bildirim elde etmeyi amaçlıyor.
emulate	örnek almak, taklit etmek	She emulates successful leaders in her career.	Başarılı liderleri kariyerinde örnek alıyor.
interrogate	sorgulamak	The police interrogated the suspect for hours.	Polis, şüpheliyi saatlerce sorguladı.
manipulate	yönlendirmek, manipüle etmek	He manipulated the data to support his argument.	Verileri, argümanını destekleyecek şekilde yönlendirdi.
prioritize	öncelik vermek	We must prioritize the most urgent issues first.	Öncelikle en acil konulara öncelik vermeliyiz.
proclaim	ilan etmek, duyurmak	He proclaimed his intentions at the press conference.	Basın toplantısında niyetlerini ilan etti.
reinforce	pekiştirmek, güçlendirmek	The team reinforced their strategy with new ideas.	Ekip, stratejilerini yeni fikirlerle pekiştirdi.
rescind	iptal etmek, yürürlükten kaldırmak	The company rescinded the job offer.	Şirket, iş teklifini iptal etti.
speculate	spekülasyon yapmak	Investors speculated on the company’s future.	Yatırımcılar, şirketin geleceği hakkında spekülasyon yaptı.
validate	doğrulamak, geçerli kılmak	She validated her findings with additional research.	Bulgularını ek araştırmalarla doğruladı.
presume	varsaymak, tahmin etmek	We presume that the meeting will be productive.	Toplantının verimli olacağını varsayıyoruz.
resolve	çözmek, karar vermek	They resolved the conflict through negotiation.	Çatışmayı müzakere yoluyla çözdüler.
defer	ertelemek, geri bırakmak	We decided to defer the decision until next week.	Kararı gelecek haftaya ertelemeye karar verdik.